14 Nisan 2024 Pazar

Pazar, Nisan 14, 2024 - 0 Yorum

Ömrüm!

Bu aralar türküler etrafımı sarar oldu. Bir ondan bir bundan, yöre yöre dolaşıp Anadolu’nun güzel lezzetleri tatmaya çalışıyorum. Türkülerin niceliği üzerinde kelam etmek haddimi aşar aşmaya da ancak üzerimdeki izlerine temas etmem daha makul olacaktır.
 
Toprak kokar derler ya benim için de böyledir; türküler. Sanki, Hz. Adem’in yaratıldığı mayamız olan toprak lezzeti var kokusunda. Zaman zaman o toprak Anadolu toprağı mı acaba diye düşündüğüm bile oluyor, ne saklayayım. Bazen Anadolulu olanı da kesmiyor türkülerin, bir Azerbaycan’da nefesleniyorum, bir Rumeli’nde, bir bakıyorum, Kerkük’teyim. Yine saklamayayım, hepsi ayrı bir nimet, ayrı bir zenginlik; memleketimin havaları bir başka dolduruyor ciğerlerimi, değmeyin gitsin. 
 
Bugün de dolanıp, fırlandıktan, Mehmet Özbek ustanın gönlünden dinlediğim, meşhur Altın Hızma meşkinin ardından söylediği ve ilk defa duyduğum, “Yara Yeri” isimli Mazan Hoyratı’nda mola verdikten sonra istikametimi yine Anadolu’ya çevirdim. Şöyle içten bir türkü dinleyesim geldi Halil Söyler’den, nam-ı diğer İnce Halil ya da Zaralı Halil’den. Üstad’ın dostu, bir başka Üstat Celal Güzelses için yaktığı “Ezim Ezim Eziliyor Yüreğim”i canım bir çekti ki, bildiğiniz gibi değil.
 
Hemşehrime bir başka vesile ile temas ederim de, bu Mazan Hoyratı bir kere dikkatimi çekti ya, keyfiyetine vakıf olmadan sılaya varmak içime sinmedi. Araştırınca hoyratın Mustafa İlik’e ait olduğunu öğrendim. Aman Rabbim, nice kelamlardan teşekkül edermiş meğer hoyrat. Mehmet Özbek Usta sadece ilk kıtasını okuyordu; ben size tamamını aktarayım:
 
“Yara yeri, yara yeri
Sızıldar yara yeri.
Kervan göç etti, getti,
Göç etti gitti mine boylum,
Yalvarram yara yeri.
Ne sennen ok tükendi,
Ne mennen yara yeri…
A yar, a yar, a yar, a yar
Yar eluvden hara gedim?

Yara mende, yara mende,
Dert mende yara mende.
Akıl fikir koymadı,
Koymadı gözlerim,
Kaş gözü kara mende.
Başım allam giderem,
Kalmadı çara mende.
A yar, a yar, a yar, a yar
Yar eluvden hara gedim.”
 
Nasıl bir şeydir bu sevda böyle? Hem mine boylu, hem de kaşı gözü kara lakin; ne akıl-fikir bırakıyor, ne açmadık yara yeri. Yara yerini sızlatmaktan vazgeçmediği, okları da bitmediği gibi, bir de kalbi hasrete, gözleri yola bırakıp, kervana karışıp göçüp gitmez mi; gider. Geriye ne kaldı ki diye düşünürken, dikkat etmemiz için devamının çaresizlik olduğunu arkasına eklemiş; yar elinden nereye gideyim? Şimdi çık işin içinden, çıkabilirsen. Yani sevdalanırsan akıbet durum böyle, değilse uzak dur der gibi.
 
Ne yaptın sen Mustafa karındaşım? Ezim ezim ezilen yüreğimdeki yara yerimi, İnce Halil’in gönlünden memleketimde sarmaya niyetlenmişken, Kerkük’ten yola çıkmayı geçtim daha Erbil’e bile vardırmadın. Aslında ne Kerkük’ten, ne Süleymaniye’den, ne Musul’dan, ne Erbil’den; o diyarlardan bu yana hiç geçemedim ya neyse. Buralar da başka yara yerlerim.
 
Yolum uzun, biraz nefeslenip kendime geleyim diye çabalarken kapımı bir başka davetsiz misafir çaldı:
 
“Güz mü geldi rengin soluk?
Ne tez yaprak döktün ömrüm.”

Daha “kimdir o” demeye kalmadı, Hozat’tan Seyfi Doğanay Usta peşine ekledi:
 
”Hep ağlarsın boynun bükük
Gözyaşın derya mı ömrüm?”

Anladım, Halil Usta’mla buluşup, memleket havasını teneffüs edemeyeceğim bugün. Plan program yapmayı bıraktım; aklımın gözlediği güzergaha gitmek kısmet olmaktan çıkmış, rotayı gönlüm çiziyor; o da kendi gibi hemdert olanlara kulağını vermiş. Bana kalan ise sevdasını dert, derdini nimet bilenlerle hasbihal etmek. Oyuncağına kavuşmuş çocuk neşesi içimi doldurdu vesselam.
 
Lakin ömrüm? Ömrümle ne yapacağım? Hakikaten, güz geldi diye mi soldu? Daha yaşım ne ki, ömrüm yapraklarını erkenden döktü? Madem gözyaşım derya oldu, bu nasıl deryadır ki, yaprakları yeşerteceğine kuruttu da boynunu büktürdü?
 
“Ne tadın ne de tuzun var,
Ne yaşamakta gözün var,
Bülbül gibi güle figan
Etmekten ne çıkar ömrüm?

Her kuşun bir yuvası var,
Hele bak ne sevdası var,
Yaşamaya hevesi var,
Neden tadın kaçmış ömrüm?

Alem gülüp eğleniyor,
Gönlüne sultan arıyor,
Beni gören deli diyor,
Yataksız yorgansız ömrüm.”
 
İnce ve derin hesaba gerek yok, evet, yarım asırdan biraz fazlası var ömrümün. İyi de ahvali, akıbeti bu kadar mı perişan ömrümün; tatsız, tuzsuz, ah-u efgan içinde, yalnız, hevesi kaçmış, gülüp eğlenmekten uzak, berduş, yatacak yeri yok; ve evet, sahibi de deli. Bu nasıl bir ömür böyle? Veren bunu için mi nasip etti ki, bu kadar hırpaladım sermayemi? Ne diyeceğim sahibine şimdi, netice böyleyse hesabını nasıl veririm?
 
Ne sual eden durdu, ne de soruları bitti. Rabbim; türkülerle girdiğim tefekkür deryasında, Mustafa ile Seyfi Ustalardan dinlediklerimin üstüne, ömrümün ahirinde kendisine komşu eylediğin Seyyid Nizam oğlu Seyyid Seyfullah Efendi noktayı koydu:

Eyvah geldin geçtin ömrüm; senin kadrin bilmedim.
Bir kuş gibi uçtun ömrüm; senin kadrin bilmedim.

Satılmazsın alam seni, bulunmazsın bulam seni.
Eyvah bana eyvah bana; ömrüm kadrin bilmedim.

Uydum nefsimin mekrine, gafil oldum Hak zikrine,
Aldandım dünya fikrine, ömrüm kadrin bilmedim.

Hoş yar idin bana n'idem, hasret kaldım ömrüm sana,
Eyvah bana eyvah bana, ömrüm kadrin bilmedim.

Seyyid Nizamoğlu ağlar, hasretle ciğerin dağlar,
Ele gelmez geçen çağlar, ömrüm kadrin bilmedim.

Dönüp ömrüme bir daha baktım. Boynum iyice eğildi, belim büküldü, sesim kısıldı; dizlerimin üstüne çöküverdim. Sadece O’nun duyabileceği bir sesle:
 
“Sevdim Ya Rabbî, çok sevdim, bir kulunu çok sevdim. Zahiren pejmurde ömrümü, eksiğiyle fazlasıyla fani sevdaya harcadım; tâ ki Sana ulaştırabileyim. Sen de sevmek lazım deyince; artık şimdi ömrümü sevdama dert, derdimi Sana şükür bildim; sevdim Allah’ım. Seni sevdim, sevdirmeni sevdim; sevdirirken verdiklerini de vermediklerini de, derdimi de sevdim. Ömrüme neyi nasib ettiysen her hâle şükür dedim; böylece şükretmeyi sevdim.
 
Hediye getirecektim ya Rabb, baktım suçumdan başka bir şeyim yok; onu getirdim. Benden suç, senden af ya Rabbî!
 
Diyecek başka kelam, çalacak başka kapı hiçbir zaman olmadı, şimdi de yok; bu kemter kulunu kabul eyle… Amin.
 
 
Mevlanakapı
31 Ocak 2024
Engin MUTLU
_____________________________

0 yorum:

Yorum Gönder